“The Bad Drives Out The Good”

Farkında olsak da olmasak da aslında hayatımız problemlere çözüm bulmak üzerine kurulu. Sadece işimizle ilgili problemler değil, hayatımızın tamamı farkında olduğumuz ya da olmadığımız problemlere bilinçli ya da bilinçsiz olarak bulduğumuz çözümlerden oluşuyor. Çözüm bulmak dediğim zaman problemi tam anlamı ile çözmek anlaşılmasın. Çözümü hiç bulmamakta bulduğumuz en kolay ve belkide en popüler çözümlerden bir tanesi. (Bu konuda Problem çözümün kendisi olabilir yazımı okuyabilirsiniz.)

Problemleri çözmeye yaklaşım açınız aslında iki temel üzerinde ayrılıyor. Problemleri tek tek ele alıp (örneğin bkz. “neden hep ben?”), çözmeye çalışmak, yöntemlerden bir tanesi iken, diğeri problemleri modelleyerek, önce model üzerinde çözüme gidip, sonra özel olarak problem üzerinde çözüme gitmek. Ben genel olarak konuları modelleyerek çözüm aramayı daha sağlıklı buluyorum.

Modelleyerek düşünmenin, tek tek durumları ele alarak çözmeye göre, uzun vadede yakalanması zor, önemli avantajları var. (Bu, doğal olarak, aynı zamanda büyük risklerinin olduğu anlamına da geliyor.) Bu avantajlardan benim açımdan en önemli olanı dünyanın bilgi birikiminden faydalanabiliyor olmanız. Dünya üzerinde düşünülmüş, teorileştirilmiş ve gerçekleri ile ortaya çıkmış bilgi hazinesi aslında çözeceğimiz problemlerde bize yardımcı olmak için keşfedilmeyi bekliyor. Bu bilgi kaynağını problemlerimizin çözümünde kullanabilmemiz için yapmamız gereken şey aslında net. Problemlerimizin tabiatını modellemek, bilgi kaynaklarının modellerini anlamak ve bu ikisinin bir biri ile etkileşimini tasarlamak.

Yakın zamanda keşfettiğim bir teori bu açıdan benim için oldukça aydınlatıcı oldu. The Market for Lemon 1970 yılında George Akerlof tarafından ortaya atılmış bir teori. 2001 yılında ekonomi alanında Nobel ödülü alan bu teoriyi kısaca özetlersek şu şekilde. “Lemon” Amerikan’ların kullandıkları argo bir söz. Ancak satın alındıktan sonra problemlerinin farkına varılabilen arabalar için kullanıyorlar. Teori ise bilgi asimetrisi ve kalite belirsizliğini, ikinci el arabaları ve araba pazarındaki satışlarla açıklıyor.

araba

İkinci el araba pazarını hayal edin. Bu pazarda bir alıcı olarak arabaları incelediğinizi düşünün. Araç hakkında sizin bilginiz marka, model ve gözünüzle görebileceğiniz kısımdan ibaret. Satıcının bilgisi ne durumda peki? O araç nasıl kullanıldı, bakımları nasıl yapıldı ve kullanırken ortaya çıkan problemler. Bu durum alıcı ile satıcı arasında, ticareti olacak mal üzerinde bilgi asimetrisi yaratıyor. George Akerlof böyle bir pazarda alıcıların, bir aracı değerlendirirken o aracın ortalama kalitede olduğunu varsaymaya ve bu açıdanda o araç için ortalama bir değer ödemeye razı olduklarını söylüyor.

Konu burada başlıyor. Elinizde 2 adet araba olduğunu ve bu arabalarınızı satacak olduğunuzu hayal edin. Arabalarınızdan bir tanesini titizlikle kullandığınız, özel garajınıza park ettiniz, bakımlarını düzenli yaptınız gıcır gıcır bir araba. Diğer araç bunun tam zıttı. Park ederken küçük kazaları var, kontrolleri yapılmadı, motor olarak oldukça zorlanmış ve yıpranmış durumda. İki aracınızıda temizliyor, son bir bakımını yapıp, araba pazarına götürüyorsunuz. Alıcılarınızın arabalarınızla ilgili genel tutumu ortalama bir araçmış gibi yaklaşmak. Bu durumda elinizdeki temiz araç görmesi gereken değerin altında bir değer görürken, diğer aracınız görmesi gereken değerin üzerinde bir değer görüyor. Eğer sizde herhangi bir normal insansanız, temiz aracınızı pazardan çekip, diğer aracınızı (“Lemon“) pazarda yeni alıcısıyla buluşturmak isteyeceksiniz.

Tek cümle ile teoriyi özetlemek gerekirse günün sonunda kaliteli ürünler için pazarda olmak mantıksız olurken, kalitesiz ürünler için pazarda olmak önemli bir fırsat. (Konu burada Gresham’s Law‘la da ilişkilenebilir: “the bad drives out the good“)

Bugün, bilgi işçileri olarak bilgiye ulaşma, anlamlandırma ve günlük işlerimize bilgimizi aktarabilmek bizim önemli bir problemimiz. Bu probleme bilinçli olarak ya da bilinçsiz olarak bulduğumuz birçok çözüm bulunuyor. (Bu probleme çözüm ararken, yukarıda da söylediğim gibi bu konuya modelleyerek yaklaşmak bizim için uzun vadede güçlü geri dönüşümü olacağını düşünüyorum.) Hepimiz yüzlerce insanı takip ediyor, onlarca kaynaktan haberler okuyor, seminerler, konferanslarda onlarca alanda uzman, yüzlerce insanı dinliyoruz. Ortada satışı olan şeyin bilgi (Alış-veriş değer takası ile oluşan bir olgu. Birşeyi almak için illaki para veriyor olmanıza gerek yok.) ve alıcı ile satıcının bir araya geldiği bu platformların herbirine pazar yeri olarak modellersek George Akerlof’un teorisi bilgi ihtiyacımıza çözüm ararken bizim için aydınlatıcı bir kaynak olabilir.

Pazardaki birer alıcı olarak bu teorinin bize bakan yönü ne olabilir? Eğer bilgi sahibi olmadığınız bir konuda birinden bilgi alıyorsanız, bilgi aldığınız konu ve kişi hakkında fikir edinmeden önce, salt olarak olabildiğince çok bilgi edinmeye çalışın. Böylece “lemon”lar için fazladan ödeme yapmamış olursunuz.