Beni twitter’dan takip edenler son zamanlarda Thomas Lauren Friedman’dan Dünya Düzdür kitabını okumaya başladığımı biliyorlardır. (Yazarın twitter hesabı için buraya tıklayabilirsiniz.) Kitabı okumayanların mutlaka okumasını tavsiye ediyorum. Dünya değişiyor, bizi daha farklı bir gelecek bekliyor ve bu geleceği yakalamamız için bu günden bazı şeyler yapmamız gerekiyor. Ben bu yazımda kitaptaki küreselleşme ile ilgili bilgileri sizlerle paylaşacağım.
Yazar küreselleşmenin üç büyük çağı olduğunu düşünüyor ve küreselleşmenin ilk çağının başlangıcı olarak Kolomb’un Eski Dünya ile Yeni Dünya arasında ticareti başlatan sefere çıktığı tarih olarak 1492 yi gösteriyor. Küreselleşmenin bu ilk çağı 1800 lere kadar sürüyor. Küreselleşmenin bu ilk versiyonu ülkeler ve kas gücü ile ilgili. Ülkeniz ne kadar fazla kas gücüne sahipse, o kadar avantajlısınız. Kas gücünün içerisinde beygir gücünüz, rüzgar gücünüz ve 1800’lere doğru çıkan buhar makineleri ile buhar gücünüzde bulunuyor. Eğer kas gücünüz var ve yaratıcı bir şekilde bunu kullanabiliyorsanız küreselleşmede rakiplerinizden öndesiniz. (Bu bölümü ilk okuduğumda aklıma İstanbul’un fethi sırasında karadan kaydırılan gemiler gelmişti! Önemli olan kas gücü ve bu kas gücü de yaratıcı bir şekilde kullanılıyor.) Küreselleşme 1.0’da ülkenizin küresel fırsat ve rekabetteki yeri en önemli konu. Ülkeniz aracılığı ile küreselleşip, diğerleri ile işbirliğine gidebilirsiniz.
Küreselleşmenin 2. çağı için de 1800’lerde başlayıp 2000’e kadar devam ettiğini söyleyen yazar, bu dönemdeki itici güç içinde çok uluslu şirketlerin olduğunu söylüyor. Bu çağın önemli özelliği malların ve bilginin, kıtadan kıtaya hareket etmesi, ürünlerin ve iş gücünün küresel alanda alınması ve satılması ile gerçek bir küresel ekonominin doğmasını gerçekleşmiş olması.
Bundan sonra başlayan küreselleşmenin 3. çağıda şu anda içinde yaşadığımız durum. Beni en çok heyecanlandıran kısım burası. Bu bölümde küreselleşme 1.0 dan itibaren ülke ve şirket bazında olan küreselleşme artık 2000’li yıllardan itibaren kişi başında olmaya başlıyor. Bunu kitapta okuyana kadar kişisel bazda küreselleşmenin olduğunu düşünmemiştim. Ancak kişisel bazda küreselleşme fikrini okuduktan sonra aklıma bir anda İstanbul’da yaşayıp, Avrupa’ya yaptığı tasarımı satan grafik tasarımcılar, çektiği fotoğrafları bazı sitelere yükleyerek onları tüm dünyanın hizmetine sunan insanlar geldi. Bu insanlar kendileri kişisel olarak yaptıkları işi her hangi bir fiziksel ihracat olmadan tüm dünyaya ihraç edebiliyorlar. Ortaya koyduğunuz iş eğer gerçekten değerliyse, fiziksel olarak nerede olduğunuzun önemi yok. Fikriniz, sanatınızı tüm dünyaya duyabiliyorsunuz.
Kişisel olarak küreselleşme tüm dünyaya ulaşma imkanını bize vererek büyük bir avantaj olsa da bu aynı zaman da küresel anlamda bir rekabet anlamına da geliyor.(Rekabetin olması yada küresel anlamda olmasını olumsuz bakmıyorum.Bilakis bence olumlu bir konu. Fakat hazırlıklı olunmadığı takdirde ciddi başarısızlıklar getirebilir.) Bu nokta biz bizi bekleyen bu küresel rekabete ne kadar hazırız, bu rekabete hazırlanıyor muyuz, hazırlanıyorsak doğru bir şekilde mi hazırlanıyoruz sorusu aklıma geldi.
Öncelikle şunu kesinlikle belirtmeliyim ki üniversite eğitimimiz bizi kesinlikle geleceğin dünyasına hazırlamıyor. Bu noktada yeni dünyanın büyüyerek ve hızlı bir şekilde geldiği günümüzde, kendi eğitimimizi kendimizin planlaması sadece biz öğrencilerin görevi. Bunun için öncelikle yeni dünyayı en iyi şekilde anlamamız ve bizim yeni dünyada neye ihtiyacımız olduğuna iyice karar vermemiz gerekiyor.Kendimce yeni dünyada bizden neler beklenir, yeni dünyada kaliteli işler yapabilmek için benim neye ihtiyacım olabilir sorularına şu yanıtları verdim.
* Yaratıcılık: Kitabın ilerleyen bölümlerinde Amerika’daki birçok işin Hindistan’a kaydığı söyleniyor. Şöyle ki muhasebe işlemleri bile teknolojinin nimetleri ile Hindistan’da yaptırılabiliyor. Kendi kendini tekrar eden işleri taşeronlar hem daha sağlıklı hem de daha ucuz olarak yapabiliyorlar. Birçok call-center da Hindistan’a taşınıyormuş örnek olarak. Bu durumda “bende (me too)” mantığı ile çalışan işler yapmak,bu tarz işlere beyin ve zaman olarak yatırım yapmak felaketi planlamak anlamına geliyor. Yaratıcı düşünmeye ve olmaya daha önce hiç olmadığımız kadar ihtiyacımız var. Yeni dünyada en büyük katma değer yaratıcılık ile üretilecek değerde yatıyor.
* İş Birliği Yapabilme: Teknolojinin getirdiği büyük nimetlerden bir tanesi de fikri üretim sürecini özgürleştirmesi. Bunun anlamı fikri üretim süreci bile parçalara bölünüp, başka başka insanlar tarafından geliştirilip, birleştirilebiliyor. Bu noktada bırakın grup içerisini, küresel çapta insanlarla iş birliği yapabiliyor, sürdürülebilir, sağlıklı işler yapabiliyor olmanız gerekiyor.
* Öğrenme: Öğrenme hızımız ve kapasitemiz hiç olmadığı kadar önemli hale geliyor. Sürekli olarak öğrenebiliyor olmamız gerekiyor. Bilgi artan bir hızla kendini yeniliyor ve “ben biliyorum(!)” demek için yanlış bir zaman içerisindeyiz. Bildiklerimizi güncel tutmadığımız zaman bir anlamı yok. Öğrenme ile ilgili bir diğer olumlu gelişme ise bilgiye ulaşım yollarında. Eski dünyaya ait yöntemlerle yeni dünyada bilgi aramak yanlış haritaya bakarak yol bulmaya çalışmak gibi. Yeni dünyada bilgiye ulaşmanın yöntemleri ve yeni dünya bilgisi öğrenilmeli.
* Sürdürülebilirlik: Referanslar en önemli tercih nedeni. Artık her şeye ulaşmak çok daha kolay ancak güvenilir insana ulaşma problemi aynen devam ediyor. Güvenilirliğiniz yoksa tüm bu bildiklerinizin başına bir eksi koyabilirsiniz. (Konuyla ilgili blog yazım için buraya tıklayabilirsiniz.)
Yeni dünyayı anlamak ve kendimizi bu yeni dünyaya hazırlamak en önce bizim görevimiz. Keşke eğitim sistemimiz ve diğer etmenler bizi bu konuda daha fazla aydınlatsa, daha da yardımcı olsaydı. Fakat onlar bu konuda yetersiz ve biz bu konuda kendimiz bir şeyler yapmalıyız. Eğer sizde yeni dünyaya ilgi duyuyor ve kendinizi yeni dünyaya göre geliştirmek istiyorsanız/geliştiriyorsanız benimle iletişime geçerseniz bunu birlikte yaparak daha verimli hale getirebiliriz.