Bir garip adam

Sabah erkenden uyandınız, okula/işe yetişmek için evinizden çıktınız, yolculuğunuz başladı. Durağa ulaştınız, aklınızda düşüncelerinizle beklediğiniz otobüse bindiniz, akbilinizi yaklaştırıp, arkalara doğru ilerlemeye başladınız. Otobüsün artık hareket etmesini istiyorsunuz ancak bir şeyler huzursuz gidiyor. Bir yandan korna sesleri yükselirken, otobüs içerisinde de gerilim iyice artmış durumda. Şoför binen yolcuların biri ile ciddi ciddi tartışırken, diğer yolcularda kendi kendilerine olayın kritiğini yapıyorlar. Kulaklığınızı çıkartıp, nelerin olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz. Otobüse durakta binen son yolcu, akbilini kullanarak ulaştırma bedelini ödemek istemiş, ancak içerisinde yeterli bakiye olmadığı için akbilini aslında kullanamamış. Buraya kadar herşey normal ancak normal olmayan bir şey var. Yolcu ücreti ödemediği halde otobüste yerine geçmeyi istiyor, buna karşı çıkan şoförü haksız bulup, hakkını savunuyor! Bu hikayenin bu hali ile günlük hayatta karşılaşmamız imkansız. En azından çok zor. Ancak komik bir şekilde aynı olayı şu şekilde sıklıkla yaşıyoruz.

Bilgi, yetenek, beceri yada başka her hangi bir konuda eksikliğimiz ile ilgili sonuçlar elimize geldiğinde, yapmamız gereken sonuçlarla ilgili “senaryolar” üretmek yerine eksikliği düzeltmek olmalıdır. Yaşam kalitemizin sürekli yükselmesini engelleyen eksiklerimiz değilde, eksiklerimizi tamamlamadaki eksikliğimiz. Bir konuda hatalar yapıyorsan, problemler çıkıyorsa önce o konu ile ilgili bilgi sahibi olmalı, sonra bildiklerini uygulamalısın. Eksiğini bildiğin halde tamamlamıyorsan “kötü”, bir şeyi “bildiğin” halde uygulamıyor ve problem yaratıyorsan bu “çok daha kötü”.

Hikayemizdeki adamın düştüğü hata, akbilini uzatmanın ücreti ödemek için yeterli olacağını düşünmesidir. Sadece ritüelleri yerine getirerek yapmak istediklerinizi yapamayız ve eğer bazı konularda “sürekli” problem çıkıyorsa belki de yeni şeyler öğrenmenin zamanı gelmiştir!

Merakımızın Yaratıcılığı

Yaratıcılık(creativite) eylemi içinde yaşadığımız zaman için çok önemli bir konu ve insanlar bir şekilde yaratıcı düşünmek istiyorlar. Peki yaratıcı düşünmeyi tetikleyen nedir ? İlham perisinin gelmesi mi yoksa bir konu hakkındaki derin bilgi mi ? Yaratıcılığı tetikleyen birçok şey olabilir, fakat bana göre yaratıcılık ile direkt olarak ilgili olan olgu meraktır. Bir konuya merak duymayan kişinin o konu hakkında yaratıcı bir şeyler sunabileceğini düşünmüyorum. Merak alanınız ne ise yaratıcı olabileceğiniz konuda orasıdır. Eğer merak alanınız yazılımsa, yeni bir algoritma geliştirmeye yada bir algoritmayı iyileştirmeye yakınsınızdır, eksik olan şiiriniz için son dörtlüğü yazmaya değil.

Bir alanda yaratıcı olmak, yeni bir şeyler yapmak/yapılanları iyileştirmek istiyorsanız önce o alana “merak” duymaya başlayın yada merak duyduğunuz alanla ilgili yaratıcı şeyler yapma konusunda daha cesaretli olun.

“Benim özel bir yeteneğim yok. Yalnızca tutkulu bir meraklıyım.” – Einstein

Hata vs Yanlış

Bilgisizlikten ve cahillikten genel de şikayetçi oluruz. Bence bu iki kavram bir birine içine biraz fazla girmiş iki kavram. Bilgisiz insanlara cahil denmesini, yada sadece birşeyler bildiği için bir insana cahil denmemesi bizi yanlış kanıya götürecektir. Bilgisizlik bir konu hakkındaki bilgi eksikliğidir. Bu bilgisizlik, yetenek gerektiren konularda yeteneksizlik olarak da yer değiştirebilir. Sonuç olarak bilgi yada yeteneğin eksik olma durumudur.

Cahillikte durum biraz farklıdır. Bilgi yada yetenek sahibi olmak cahil olmaya engel olamaz. Cahil olmak, yapılan hatayı tekrarlayarak hatayı yanlışa çevirmektir. Cahilliğin belirtisi öğrenmeye karşı olan dirençtir. Cahil öğrenmek, yeni birşey katmak istemez. Emin olduğu kendi doğrusunda sonsuza kadar kalmak ister.

Cahillik yada bilgisizlik – yeteneksizlik sadece insanlar için geçerli değildir. Cahil firmalarda pekela bulunabilir. Yapılan hatadan ders alıp doğruyu denemektense kendi bildiğine direten firmalarada cahil firmalar diyebiliriz.

İnsan olsun, firma olsun bilgisiz yada yeteneksiz olması çözümsüz bir problem değildir. Belli noktalarda bazı yetenek/bilgi eksikliği daha faydalı bile olabilir. Fakat cahillik için durum o kadar iç açıcı değildir. Arayışta olmamanın vermiş olduğu kolaylık ile başlangıçta daha fazla yol alsada, başkalarının hatalarından/başarılarından, kendi yaptığı hatalardan/başarılardan ders almadan yola çok fazla devam edemez. Yoculukları genel de kısa sürer. Her zaman yeni bir arayışa atar kendini. Yeni yol arkadaşı arar, yeni iş arar, yeni arkadaşlar, projeler arar. Öğrenmeden yola devam ettiği için sonuçlar büyük olasılıkla kendini tekrarlar. Aynı yanlışlar yapılır, aynı arayışlara girilir.

Hatalara karşı çevremizi cesaretlendirmeli, yanlışı yanlış bir şekilde yapan insanlardan uzak durmalıyız.

Açık vs Kapalı Beyin

Bilim ve Teknik dergisinin kasım sayısını okuma şansı yeni buldum.  Sanırım şu an okunacak ve yapılacak birçok şey olduğu için biraz geriden geliyorum. Neyse okuyanlar bilir derginin bu sayısında Nobel 2011 ödülleri kısa kısa anlatılıyor. (Ödüllerle ilgili video için bu linke bakabilirsiniz.) Nobel ödüllerinin hepsinden öğrenilecek çok şey var. Hepsi birer başarı ve nereden bakarsanız, o açıdan bir şeyler görüyorsunuz. Benim üzerinde bolca düşünmeme sebep olan ödül Kimya alanında Nobel alan Dan Shechtman’a ait çalışma.

Fazla teknik olmayacak şekilde çalışmayı şu şekilde özetleyebilirim kısaca. Dan Shechtman 8 Nisan 1982’de bir keşif yapıyor. Laboratuvarın’da aluminyum manganez alaşımını incelerken maddenin yapısını atom düzeyinde incelemek için elektron mikroskop kullanıyor. Bir birine eşit uzaklıkta on parlak noktadan oluşan iç içe geçmiş halkaları görüyor. O günkü bilimsel teoremlere göre on noktayı görmemesi gerekiyordu.  Ders kitaplarına ters düşen bir şey keşfeden Dan Shechtman için keşfini kabul ettirmesi çok zor oluyor. Elde ettiği sonuçları diğer bilim insanları ile paylaştığında çok sert tepkilerle karşılaşmış. Bu tepkiler belli bir noktadan sonra onla alay edilmesine kadar ilerlemiş. Çalıştığı laboratuvarın yöneticisi, Dan Shechtman’a bir kristalografi kitabı verip okumasını önermiş ve hatta ilerleyen zamanlarda kendisinden farklı bir laboratuvarda çalışmasını istemiş!

Shechtman, Ilan Bletch adlı bir çalışma arkadaşını ikna etmiş ve çalışmalara başlamışlar. İlerleyen zamanlarda makalelerini yayımlatma şansı bulmuşlar ve yıl 2011’e geldiğinde nobel ödülüne layık bulunmuş. Konu bilim olduğu zaman insan, insanların beyinlerinin tamamen “açık” olması gerektiğini düşünebiliyor. Ancak bilimle uğraşan insanlarda bilekapalı beyinlilik” görülebiliyor.

Benim sürekli eleştirdiğim ve dergide bu yazıyı okuduğumda da eleştirmekle çok haklı bulduğum konu kapalı beyinlilik. Aslında “kapalı beyinlilik” söz öbeğini ben türettim. Her hangi bir bilimsel açıklaması yok. Kapalı beyinliliğin bana göre “belirtileri” şunlar:

* Ortalama olarak yeni olan herşeye karşı çıkmak.

* Süregelen alışkanlıklara büyük bir saygı ile “bağlı” kalmak, hatta belli noktalarda “geleneklerin” “bağımlısı” olmak.

* Verimlilik konusu üzerinde “verimsiz” bir anlayışın olması, “verimsiz” olanı “geleneksel” olduğu için tercih etme.

* Fikirden, düşünceden ve eylemden daha çok insana odaklanmak. (Kendilerince doğru kabul ettikleri kişi her kimse her dediğini büyük bir inançla doğru kabul etme)

Daha birçok belirtisi olabilir. Sonuçları ise ölümcüldür.

* Yeni hiçbir şey düşünülemez.

* “Böyle gelmiş böyle gider” cümlesini değiştirilmez madde olarak tüm ekipçe benimsenir.

* “Neden” , “niye” soruları unutulacak düzeyde kullanılmaz.

* Yeni fikirleri öldürmek için gerekenler hemen yapılır!

* Tüm beyinler kullanılmaya kullanılmaya, bir daha hiç çalışamayacak konuma gelir. Sanırım bundan daha kötü bir sonuç olamaz.

Bunun tam zıttı ise bana göre “açık beyinliliktir”. Açık beyinli insanların bana göre yaptıkları ortak şeyler

* Yeni olan her neyse heyecanlanırlar.

* Verimli bir şekilde verimliliğe bakış açıları vardır.

* “İyi cevap her zaman daha iyi soruya gelir” düşüncesi ile değişik ve “kaliteli” sorular ile hem yapılan şey hem de yapılma yöntemi tartışılır.

* Tüm ekip yaptıkları şeyi neden yaptıkları, böyle yapmakla ne elde edileceğini bilir.

* Yeni fikirlerin düşünülmesi, paylaşılması için insanlara gereken “hassasiyet” gösterilir.

* İnovatif her türlü fikir tohumu “saygı” ile yaklaşılır.

Açık beyinliliğin sonucu olarak ise olacaklar:

* Yeni gerçekler keşfedilir.

* Çalışan beyinler mutlu olur ve imalattan çok yeni şeyler yaratılmaya başlanır.

* İnovatif düşünceler filizlenir ve en önemlisi inovatif düşünceler yaşamaya, büyümeye ve gelişmeye şans bulur!

Belirtiler ve sonuçları uzattıkça uzatabiliriz, ama neticeyi değiştirmez. Netice şudur ki eğer bugünkü hayatımızdaki kalite “açık beyinlilik” sayesinde geldi. Gelecek nesillerin hayat kalitelerini ancak açık beyinlilik ile artırabiliriz. Bu yüzden açık beyinli olmak bizim yapmamız gereken bir sorumluluğumuzdur. Kapalı beyinli insanlar hem üretmeyerek hem de üretenleri engelleyerek, dünyaya karşı bir suç işliyorlar.

 

Faydalı Bir Uygulama: Önemli Yazılar Kutusu

Bu yazımda kendim için uyguladığım ve faydasını gördüğüm bir şeyi yazacağım. Önemli yazılar kutumda kendimce önemli bulduğum her türlü yazıyı, kendim başka bir kağıda yazarak biriktiriyorum.Bunu okuduğum birçok blog yazısının, doğru bulduğum birçok sözü ve okuduğum araştırmaları sonrasında çoğunu hatırlamadığım ve bunların karar alırken bana yardım etmediğini fark ettiğim için yapıyorum. Zamanla içerisinde güzel bir arşiv olacak yazılar birikti. Zaman zaman tekrar ederek hatırlıyorum ve hayatıma uygulaması çok daha kolay oluyor.

Eğer ben yazmakla uğraşamam, bunu internette olanı yok mu derseniz ever note‘u inceleyebilirsiniz. Ben ever note’u daha çok teknik olarak çözdüğüm sorunları ve çözümlerini kaydetmek için kullanıyorum.

Aklıma Gelenler

* Öğrendiğimiz şeyin yanlış olduğunu öğrenmekte kendi başına bir öğrenmedir. Belki de en önemli öğrenmelerden bir tanesi ama bu daha çok öğrendiğin şeylerin değil de varsayımların ile (tahminlerin ile) ilgilidir. Tahmin ettiğin şeyin yanlış olduğunu bulmak zihni netleştirir.

* Zamanlamalar ve yapılan planlar konusunda hassasım. Şu şekilde. Eğer biri ile sözleşmiş isem, şu saat şu dakika şurada olacağım demişsem çok büyük bir problem çıkmadıkça zamanında yerinde oluyorum. Eğer bir sebepten dolayı zamanında yerinde olamıyorsam bunu hemen haber veriyorum. Sanırım kendime ve karşımdakine saygı olarak görüyorum bunu. İnsanlara gösterdiğim hassasiyetin çok faydasını gördüm, tavsiye ederim.

* “Kitap, kitap olarak yazarındır, ama düşünce olarak tüm insanlığa aittir. Tüm zekâların onda hakkı vardır. İki haktan biri feda edilecekse, yazarın hakkı ya da insan ruhunun hakkı, kuşkusuz bu yazarın hakkı olmalıdır. Çünkü öncelik kamusal faydadadır ve toplum bizlerden önce gelmelidir.” (Victor Hugo, Uluslararası Edebiyat Kongresi açılış konuşması, 1878) Benim de “düşüncelerle” ilgili varsayımım bu.  “Faydalı paylaşım” yapmak bir açıdan “sorumluluğumuz” olabilir.

Merak uyandırmak yada uyandırmamak

Gözlemlemek öğrenme sürecinde önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Bunda gözlem yapmayı sevmemin de etkisi olabilir. Bazen bilinçli gözlem yapıyorum, bazende bilinçsiz. Bilinçsiz gözlem nasıl oluyor peki ? Dikkatimi çeken olaylar gerçekleşirken istesem de istemesem de detayları beynimde yer ediniyor ve farklı zamanlarda bazen de farklı yerlerde başla olaylarla beynim kolayca bağlantı kurabiliyor. Bu yazımda da aslında bilinçsiz olarak yaptığım gözlemle keşfettiğim bir gerçeği sizlerle paylaşmak istiyorum.

İTÜ Ayazağa Kampüsünde öğrencilerin yoğunluklu bulunduğu yemekhane ile kütüphane arasında zaman zaman bazı firmaların organizasyonları gerçekleşiyor. Firmalar stand alanları açarak, öğrencilerle(potansiyel müşterilerle) etkileşime geçiyorlar. Bu şekilde yapılan ve benimde çok beğendiğim organizasyonlardan bir tanesini bir kalem markası olan Rotring yaptı. Organizasyonda stand alanında kalemler ve kağıtlar vardı ve öğrenciler resim çiziyorlardı. Sizinde tahmin edebileceğiniz gibi ciddi bir kalabalıkla katılım oldu ve insanlar diledikleri resimleri çizdiler. Daha sonrasında olay internete taşındı ve çizilen resimlerle kimlerin çizdiği olan sayfalarda facebook ile like edilebiliyordu. Beğenme sayıları ile yarış devam ediyordu. Bu etkinliğe katılmadığım için detaylarını bilmiyorum ancak büyük ihtimal yarış sonrası ödülde verilmiştir.

Bir diğer organizasyona da dün gördüm. Ortada bir ses sistemi ile “gürültü” yapılıyor ve ellerindeki kutuların içerisinde crax olan kişiler sizlere crax ikram ediyorlardı. İlgi çekici, eğlenceli vede en önemlisi merak uyandırıcı değildi. Bir organizasyonda özellikle öğrencilerin olacağı bir organizasyona göre çok pasif gerçekleşiyordu. Marka görsellerinin yerleştirmesi bile çok verimsizce yapılmıştı.

Genç bir girişimci adayı olarak, insanların “ders çalışırken” kullandığı bir kalem markasına bu kadar ilgi gösterirken, “ücretsiz” olan ve üstelik hemen tüketilebilecek bir gıda ürününe bu kadar ilgisiz kalmaları benim için ciddi dersler barındırıyor. Buradaki temel dinamiği çözemeyen firmaların zamanın ruhuna uygun işler yapacağını düşünmüyorum. Özellikle de marka olmalarını imkansız görüyorum. Endüstri mantığı ile artık daha fazla iş yapılmayacağını düşünüyorum. Değer ekonomisi gün geçtikçe güçleniyor ve insanlar için gerçekten bir değer üretmeniz gerekiyor. İnsanlar artık sadece parayı verdim ürünü aldım mantığı ile alış-veriş yapmıyorlar. Gelecekte daha da az yapacaklar. Wikipedia ile dünyanın bilgi kaynağına ücretsiz olarak erişiyorlar, Facebook ile tüm arkadaşları ile ücretsiz iletişim kuruyorlar, Wolfram ile hesaplamalarını ücretsiz olarak yapabiliyorlar. Yeni dünyayı anlamak için önce yeni dünyalı olmak gerekiyor. Eski dünyanın prensipleri ile yeni dünyalı olunmaz, yeni dünya kesinlikle anlaşılamaz.

Beden dili

Eleştiri iletişimi başlıklı yazımda eleştiri ve iletişimi ile ilgili anlatmak istediklerimin bir kısmını yazmıştım. Bu yazımda da iletişim de sunumun önemini, insani ilişkilerde de bunun yansıması olan beden dili ile ilgili düşüncelerimi yazmak istiyorum.

Ne söylediğimiz içerik olarak çok önemlidir ancak söylediğimiz şeyin net olarak anlaşılması ve olumlu sonuçlar doğurması için söylediğimiz şeyleri nasıl söylediğimizde önemli bir rol oynuyor. Beden dili ile ilgili çeşitli eğitimlere katılma ve bazı kitapları okuma şansım oldu. Bunlardan birkaç tanesi haricindekiler çok faydasız ve manasız şeylerdi. Beden dili denince, böyle oturun şu anlama gelir, şu şekilde bakın böyle bir anlama gelir zırvalıklarına takılmıyorum. Beden dili ile ilgili öğrenmeye en değer nokta iletişim üzerinde %50’nin üzerinde (bu rakam kaynaklara göre değişiyor) etkisi olduğudur. İletişim kurmadan önce bu oranı da dikkate alıp, iletişim kurarken bu konuya dikkat göstermeliyiz. Dikkat göstermeliyiz derken lütfen böyle yapma şu anlama gelir zırvalıkları aklınıza gelmesin. Dikkat göstermeliyiz derken şunu anlatmak istiyorum. Şu anki ses tonum, seçtiğim kelimeler, jestlerim ve mimiklerim bu kişi ile kurduğum ilişkide önemli diyerek bu konularda hassasiyet göstermekten bahsediyorum.

Önceki yazımda da bahsettiğim gibi iletişim kurmak derken sadece iki insan arasındaki iletişimi anlamıyorum ben. Girişimci adayı olarak bu konu hakkında düşündükten sonra kendime çıkardığım sonuç aslında şu. En kaliteli ürüne sahip olabilirsin ama bunu en güzel şekilde sunamaz isen bunun hiç bir anlamı yok. Aslında iletişim biraz da düşüncelerimizi sunma yeteneği. Bu konuda düşünerek, enerji harcayarak etkileşim kalitemizi artırmış olacağız.

Bu konuda çok beğendiğim bir şey ise şu anda da okumakta olduğum Steve Jobs’un Walter Isaacson tarafından yazılmış biyografisinde şu bölüm : ‘Markkula ilkelerini “Apple Pazarlama Felsefesi” adlı tek sayfalık bir yazıya döktü; bu yazıda üç husus vurgulanıyordu. Birincisi empatiydi, müşterinin hisleriyle yakın bağlantı kurmaktı.”Onların ihtiyaçlarını diğer şirketlerden daha iyi anlayacağız.” İkincisi odaklanmaktı.”Yapmak istediklerimizi iyi yapmak için bütün önemsiz fırsatları elemeliyiz.”
Üçüncü ve en az diğerleri kadar önemli ilkeyeyse tuhaf bir isim, yükleme ismi verilmişti. “En iyi ürüne, birinci sınıf kaliteye, en faydalı yazılıma vs. sahip olabiliriz; ama bunları üstünkörü sunarsak değersiz görünürler; onları yaratıcı, profesyonel bir şekilde sunarsak, istenen nitelikleri ona yüklemiş oluruz.”

Buradaki üç prensipte çok önemli ama bu yazımda benim anlatmak istediğim üçüncü prensibi ile aynı doğrultuda.

Aşağıdaki videoda da aslında benzer dinamiklerin sonuçları var.

Fatih İşbecer Etohum Sunumundan Dikkatimi Çekenler

Fatih İşbecer ‘in 26 Kasım 2011’deki Etohum konuşmasını izleme fırsatı buldum. Videoyu izlemek isteyenler buraya tıklayabilirler. Fatih İşbecer’in birden fazla sunumlarını izlemiş biri olarak genel olarak sunumlarında gördüğüm bazı özellikler var.

* Tecrübelerine dayanan, sağlam tespitleri var.

* Gerçekten sunumunu dinleyicisi olarak size değer vererek hazırlanmış bir sunumu var ve eğer anlattıklarından bir şeyler kapmak istiyorsanız mutlaka kapacağınız şeyler vardır.

* Birçok diğer konuşmacıdan farklı geçiyor sunumları. Çok daha keyifli.

Bunun dışında bu yazımda sunumdaki çıkarımlarımı yazayım. Öncelikle sunumu izlerken yanıma kağıt kalem aldım ve videoyu durdurarak sık sık not alma zorunluluğu hissettim. Not defterimi bu sunuma ayırmış oldum. 🙂 Buraya aldığım notların içinden seçtiklerimi yazacağım.

* “Girişimcinin riski kumarbazın riski ile aynı değildir!“. Kendisinden bu cümleyi ilk defa İTÜ’deki sunumunda duymuştum. Duyduğumda bana çok mantıklı geldi.

* Girişimciler için vizyon en önemli şey olduğunu düşünüyorum. Vizyonla ilgili bu sunumda dikkatimi iki şey çekti. Birincisi Fatih beyin kendi vizyonu. Firma olarak ilk kuruldukları yıllar wap teknolojisine büyük ilgi varken kendileri uygulama pazarına yönelmeleri. Diğeri ise Fatih beyin direkt sunumda katılımcılara yaptığı uyarıydı. 🙂 Girişimci olmak için ne yapmam lazım yaklaşımının sonuçları felaket olabiliyor. Bu konuda diğer çok beğendiğim bir kitap özetide bu linkte.

* Birçok girişimci adayı, sanırım girişimin heyecanı ve yeni başlamanın verdiği acemilikten olsa gerek satış üzerine yeteri kadar odaklanamıyor. Bir girişimci adayı olarak kendi adıma aslında en çok dikkat etmem gereken noktalardan bir tanesi bu. Stratejiler, kampanyalar hepsi şahane düşünülmüş olabilir ancak satışla içeri para girmiyorsa problemler oluşuyor anlamına geliyor. Satış yapmanın diğer işlerde olduğu gibi kendi içerisinde dinamikleri var ve kendi tek başına büyük bir iş.

* Birçok insanın birçok fikri var. Burada girişimcilerle hayalciler arasında bir doğal seçilim oluyor zamanla. Hayalciler sürekli hayel kurup kurduğu hayale takılan insanlar. Girişimciler ise hayallerini gerçekleştirmek için harekete geçen insanlar.

* Planların yapılmasını tavsiye ediyor Fatih bey ancak tutmayacağını da baştan söylüyor. Planların birçoğu girişimciye atladığı, gözden kaçırdığı bir şey varsa bunu görmesini sağlıyor.

* Sanırım benim için çok önemli noktalardan biri şimdi yazacağım nokta. Fatih bey yaptığınız işin mutfağına çok dalarsanız dışarı çıkıp, strateji geliştirip satış yapılamayacağını söylüyor. Ama yaptığınız işe de hakim olmak gerekiyor.

* Türkiye’de ciddi bir insan kaynağı sorunu yaşanıyor. İyi takımlar kolay bulunamıyor, istikrarlı çalışan sayısı düşük. En iyi arkadaşlarla ortaklık yapmayı çok sakıncalı olabiliyor.  En iyi arkadaş ile en iyi ortak bir birinden farklı şeyler.

* Projeyi anlattığınız da insanlardan aldığınız feedback yanıltıcı olabiliyor. İnsanlar fazla kibar olabiliyor. Süper fikir diyenlerden parası karşılığı ortak olmalarını istenebilir. 🙂 Böylece fikirlerinin ne kadar gerçekçi olduğunu öğrenebilirsiniz.

* Türkiye’de insanlar tanıdıkları ile iş yapıyorlar ve network gerçekten çok önemli. Tanımadığınız bir sektörde iş yapacak olursanız sektörle tanışmanız gerekiyor.

* Kâr ederken finansal kârdan çok operasyonel kârlılığa odaklanmak gerekiyor. Finansal kârlılık aldatıcı.

* Markalaşmak ve esnek kalabilmek önemli.

Elimdeki notlarda yazabileceğim ve hepside önemli daha birçok nokta var. Ancak hepsini yazarsam videoyu yazıya dökmüş olmaktan korkuyorum 🙂 . Fatih beye bu ve önceki sunumları ile bana kattıklarından dolayı teşekkür ederek bu yazımı bitirmek istiyorum.

 

Eleştiri iletişimi

Bu yazımda eleştiri ve iletişim konusunda düşündüklerimi paylaşacağım. Aslında eleştiri ve iletişim yerine eleştiri iletişimi de diyebiliriz. Bu yüzden önce iletişim ile ilgili düşündüklerimi sonra eleştiri iletişimi ile ilgili düşündüklerimi yazacağım. Daha sonraki yazımda da iletişimde ve eleştiride problem yaratanlar nedir üzerine düşüncelerimi paylaşacağım. Eğer eleştiri benim için önemsiz diyorsanız bu yazıyı okumayabilirsiniz. 🙂

Hayatımız boyunca sayısız iletişim kuruyoruz ve bu şekil de hayatımızı devam ettiriyoruz. Peki biz insanlar olarak kimlerle iletişim kurarız ? Sadece insanlarla iletişim kurduğumuzu düşünmüyorum ben. Örneğin klavyede bir tuşa bastığımızda ekrana çıkan harf bizim bilgisayarımıza verdiğimiz bir emir olarak iletişim iken kod yazarak yazılımın çalışmasını sağladığımızda da bilgisayarımıza bir şeyler öğretmiş oluyoruz. Netice olarak iletişim insanın, etkileşime girmek istediği şey her neyse(insan, bilgisayar, bitki, hayvan, …) onunla etkileşime girmek için kullandığı yoldur. İletişim üzerine bilgilerimizi artırmak, bu konuda hassas düşünmek bizim aktarmak istediğimiz şeyi konforlu ve başarılı bir şekilde aktarmamızı sunmamızı sağlar. Buda hem kendimiz hem karşımızdaki insan için sağlıklı ve rahat bir ortam sunarken aynı zamanda fikirlerin ve sanatın bir ekip tarafından geliştirildiği yerlerde bu şekilde bir iletişim gereklidir. Yeterli değildir sadece gereklidir. 

Fikir ve sanatın geliştirildiği ekiplerde diğer en temel gerekliliğin ise eleştiri olduğunu düşünüyorum. Özellikle fikirlerimizi sağlıklı iletişim ortamında eleştirmemizin şart olduğunu düşünüyorum. Fakat eleştiri konusu özellikle toplumumuzda birçok etkenden dolayı tam olarak anlaşılmamış bir olay olduğunu düşünüyorum. Bu konuda iletişim konusunda olduğu gibi öğrenme odaklı araştırmamız ve düşünmemiz gerekiyor. Ben yaşadıklarım, düşündüklerim ve okuduklarımla beraber eleştirileri yapılışı ve sonucu bakımından ikiye ayırıyorum. 1-) Yapıcı eleştiriler, 2-) Yıkıcı eleştiriler

Yapıcı eleştirileri kısaca şu şekilde görüyorum. Sağlıklı bir ekipte olması gereken, yapılan eylemlerin değilde düşüncelerin eleştirildiği, eleştiriler sunulurken hassas davranıldığı eleştiri yöntemi. Bu yöntemde eleştirenler amacı sadece kendilerince yanlış gördükleri şeyleri düzeltmek olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde yapılan eleştirilerde eleştirilerin okları kişilerden daha çok fikir ve düşünceler üzerine yönelir ve eleştiri sonucunda ya es geçilmiş,konuşulmamış veya atlanmış nokta aydınlatılır yada önceden sorulmamış bir soru sorulmuş, yapılmamış bir hesap yapılmış, eksik kalan bir şeyler tamamlanmış olur ve artık o fikir daha sağlıklı bir form almış olur.

Yıkıcı eleştiri kısaca fikir ve düşüncelerden daha çok yapılan fiillerin ve eylemlerin eleştirildiği eleştiri şeklidir. Bu eleştirinin neden yapıldığını anlamıyorum. Faydalı bir sonucunu şimdiye kadar görmedim. Zararlarını özetlemem gerekirse, insanlarda kırgınlıklar oluşur, düşünce ve fikirlerden uzaklaşılır buda odak noktasının kaybedilmesi anlamına gelir. Hiçbir gelişme yaşanmazken, eksik noktalar, atlanmış hesaplar bırakın tamamlanmayı adeta savunulur hale gelinir. Sonuç tabii ki felaket olacaktır.

Sonuç olarak zaten birçok açıdan eksik olduğumuz eleştiri konusunda normalin üzerinde araştırma yapmak ve hassasiyet göstermeden kaliteli eleştiri yapamayacağımızı  düşünüyorum. Açık beyinlik ve yürekliliğin bir arada bulunmadığı zamanlar verimsizliğin ve problemlerin artmaya başladığı zamanlar olacağını düşünüyorum.