Amazon’da Liderlik

Liderlik son zamanlarda sürekli konuşulan bir konu. Herkes lider olmakla beraber, o kadar lider ki etrafındaki herkese de başarılarının sırlarını paylaşıyor (!) 🙂 Ben de ilgimi çeken bu konuda önceleri birçok şeyi okusam da, şimdilerde çok seçici davranarak sadece gerçek liderlerden, liderlik öğrenmeyi doğru buluyorum.

Amazon.com herkesin çok iyi bildiği ve birçok açıdan çok başarılı bir şirket. Quora’da Amazon’daki liderlik ilkeleri ile ilgili şu cevap, liderlik ile ilgili birçok şeyi bünyesinde barındırıyor. Dikkatle okumanızı tavsiye ederim.

AMAZON LEADERSHIP PRINCIPLES
Whether you are an individual contributor or a manager of a large team, you are an Amazon leader. These are our leadership principles and every Amazonian is guided by these principles.

Customer Obsession
Leaders start with the customer and work backwards. They work vigorously to earn and keep customer trust. Although leaders pay attention to competitors, they obsess over customers.

Ownership
Leaders are owners. They think long term and don’t sacrifice long-term value for short-term results. They act on behalf of the entire company, beyond just their own team. They never say “that’s not my job”.

Invent and Simplify
Leaders expect and require innovation and invention from their teams and always find ways to simplify. They are externally aware, look for new ideas from everywhere, and are not limited by “not invented here”. As we do new things, we accept that we may be misunderstood for long periods of time.

Are Right, A Lot
Leaders are right a lot. They have strong business judgment and good instincts.

Hire and Develop the Best
Leaders raise the performance bar with every hire and promotion. They recognize exceptional talent, and willingly move them throughout the organization. Leaders develop leaders and take seriously their role in coaching others.

Insist on the Highest Standards
Leaders have relentlessly high standards – many people may think these standards are unreasonably high. Leaders are continually raising the bar and drive their teams to deliver high quality products, services and processes. Leaders ensure that defects do not get sent down the line and that problems are fixed so they stay fixed.

Think Big
Thinking small is a self-fulfilling prophecy. Leaders create and communicate a bold direction that inspires results. They think differently and look around corners for ways to serve customers.

Bias for Action
Speed matters in business. Many decisions and actions are reversible and do not need extensive study. We value calculated risk taking.

Frugality
We try not to spend money on things that don’t matter to customers. Frugality breeds resourcefulness, self-sufficiency and invention. There are no extra points for headcount, budget size or fixed expense.

Vocally Self Critical
Leaders do not believe their or their team’s body odor smells of perfume. Leaders come forward with problems or information, even when doing so is awkward or embarrassing. Leaders benchmark themselves and their teams against the best.

Earn Trust of Others
Leaders are sincerely open-minded, genuinely listen, and are willing to examine their strongest convictions with humility.

Dive Deep Leaders operate at all levels, stay connected to the details and audit frequently. No task is beneath them.

Have Backbone; Disagree and Commit
Leaders are obligated to respectfully challenge decisions when they disagree, even when doing so is uncomfortable or exhausting. Leaders have conviction and are tenacious. They do not compromise for the sake of social cohesion. Once a decision is determined, they commit wholly.

Deliver Results
Leaders focus on the key inputs for their business and deliver them with the right quality and in a timely fashion. Despite setbacks, they rise to the occasion and never settle.

Dinleyip temi Konuşsak, Dinlemeden mi Konuşsak ?

Ben bir çırağım ve “öğrenmek” ile “iletişim” beni en çok heyecanlandıran konulardan iki tanesi. Bu blog yazımda “dinlemek” ve “daha iyi nasıl dinleyebiliriz” ile ilgili yazacağım.

Bana göre dinlemek hem öğrenmek hem de iletişim kurmak için en önemli konu diyebilirim. Liderlik dünyada belki daha önce hiç olmadığı kadar önemli bir konuma geldi ve yönetici kavramı gün geçtikçe yerini liderliğe bırakıyor. İyi yöneticilerin olduğu takımlardan çok iyi liderlerin olduğu takımlar daha başarılı ve mutlu oluyorlar, daha uzun soluklu işler yaratıyorlar. Etrafımda gördüğüm en önemli sorunlardan bir tanesi, benim gibi çırakların arasında, insanlarla iletişim kurup, onlardan öğrenmeyi anlamamaları ve buradaki ciddi faydayı ıskalamaları.

Daha iyi nasıl konuşabilirim diye araştıran, bunun pratiğini yapan ve bu konuda kendini geliştirmeye uğraşan birçok insan tanıyorum ama ne yazık ki aynısını dinlemek için yapan insan tanımıyorum! Neden konuşmak için bu kadar didinirken, dinlemek için kendimizi geliştirmiyoruz sorusunu herkes kendisine soradursun ben dinlemenin neden konuşmadan daha önemli olduğunu kendimce yazacağım. Konuşma konusunda sürekli düşünüp, kendi geliştiren fakat öğrenme ve iletişime geçme konusunda yetersiz kalan birçok insan tanıyorum ve işin açığı durumun böyle olması beni hiç şaşırtmıyor. İletişim kurmayı başaramadan karşınızdaki insanı anlayamaz, ondan hiçbir şey öğrenemezsiniz. Öğrenme bir iletişim halidir. Birileri konuşurken, siz ne konuşacağınızı düşünüyorsanız üzgünüm daha güzel konuşabilirsiniz ama asla daha güzel anlayamayacaksınız!

 

Eğer sizin için önemli olan, insanları anlamak ve yeni bir şeyler öğrenmekse bu keyifli yolculukta dinlemek sizin için konuşmaktan daha önemli, verimli ve keyifli olacaktır. Önce güzel dinleyin, sonra çok daha güzel konuşursunuz. Güzel dinlemek için de bana göre yapılması gereken ilk şey “amacınızın”, “insanları dinlemek ve onları anlamak” olması gerekir. Bunun dışında daha da verimli insanları nasıl dinlerim derseniz internette gördüğüm şu yazı dizisini dikkatlice okumanızı tavsiye ederim.

Kolay yoldan “uzman” olacağınıza, “keyifli” , “verimli” ve “heyecanlı” yoldan iyi bir çırak olun, “daha iyi nasıl yapabilirime” odaklanın..

Dinlemeden konuşmak, en az bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak kadar zararlıdır!

Beynimizi Çalıştırsakta mı Çalıştırsak, Çalıştırmadan mı Çalıştırsak ?

Bilimsel ve teknolojik gelişmeler beyni anlamamız için bize çok yardımcı oldu. Özellikle son yarım asırda, öncesinde beyine dair bilinmeyen birçok şey bilinir hale geldi. Fakat yine de beyin ve nasıl çalıştığı ile ilgili herşeyi çözmüş değiliz. Belki de bildiklerimiz, beyin hakkındaki gerçeklerin yanında bir hiç. Durumun böyle olması beni beyin hakkında daha fazla meraklı kılıyor. Fakat merakımı gidermek için konu ile ilgili akademik kaynaklara başvurduğumda iki sorunla karşılaşıyorum. Benim anlayacağım seviyede sığ olan kaynaklardaki bilgiler beni tatmin etmiyor, derin kaynakların derinliği bana fazla geliyor ve o kaynaklarda da bilginin uygulaması ile ilgili çıkarımlarda bulunamıyorum. Durum böyle olunca bende kendi beynimi kendimce keşfetmeyi deniyorum ve bunu çok seviyorum. Bunu şu şekilde yapıyorum. Çok sıkı bir hafızam olmasa da düşündüklerim ve hissettiklerimle ilgili hafızam hiç fena değil. Bir yanda da notlar alarak yaptıklarımı (okuduklarım, izlediklerim, tanıştığım insanlarla ilgili yorumlarım, vb.) biraz detaylıca biriktiriyorum. Bu yaptıklarımın beynimi keşfetmeye yetmeyeceğini bildiğim için ekstra olarak yaptığım başka şeylerde var. Bunlardan bir tanesi gözlem yapmak. 

Geçenlerdeki matematik dersimiz sırasında bir ara işlemde 5 ile 99’un çarpımını bulmamız gerekti. Bunun için dersi veren öğretim üyesi normal olarak 5 ile 99 u çarptı. 5*99 = 495’i bulmaya çalıştı ve bunu düz olarak 5*9 = 45 elde var 4 5*9=45 ve 4 ü ekle şeklinde yaptı. İşlemi bu şekilde yapmasının ona o anda iki dezavantajı oldu. Bunlardan bir tanesi ara işlemi uzattığı için sonrasında ne yapacağını tekrar düşünmek zorunda kaldı ve doğruluğundan ilk anda emin olamadı, işlemi tekrar gözden geçirdi. Öğretim üyemiz işlemi yaparken aslında bu işlemin çok daha kolay bir şekilde yapılabileceği aklıma geldi. 99 yerine 100-1 yazarsak 5*100 – 5*1 düşünmesi , hesaplaması ve doğruluğundan emin olunması çok daha kolay bir işlem ve zihnide diğer işlem kadar yormuyor.

Sonra bu durumu etrafımdaki, ilgisini çekebileceğini düşündüğüm insanlara anlattım. Onlara ilk olarak 5*99’un nedir dediğimde onlarında ilk tepkisi direkt olarak onları çarpmak oldu.

Konu basit bir matematiksel bir ifade olduğunda verdiğim örnek çok hafif kalabilir. Çünkü sonuç aynı sonuç çıkacak ve bu konuyu düşünmek, sadece işinizi kolaylaştırır.(İşi kolaylaştırmakta büyük bir faydadır ama sonucun doğruluğunu tehdit etmez.) Fakat hayat matematik gibi mi ? Hayatta gittiğin yol, sonucu etkilemez mi ? Hayatta gittiğin yol matematiğe göre çok daha fazla önemlidir. Çünkü hayatta yolda giderken öğrenirsin,  yaparsın, yaşarsın.  

Yol seçmeden önce iyi düşünmeliyiz ve düşüneceğim konu hangi yolu seçmeliyim sorusundan önce nasıl düşünmeliyim konusu olmalı! Felakete giden kararları alan insanlar aptal oldukları için, yeterince planlamadıkları yada “kurnaz” olmadıkları için felakete gitmiyorlar! Onları felakete götüren, felaketi planlamaları oluyor. En iyisi siz beyninizi çalıştırarak çalıştırın!

Konu ile ilgili doyurucu bilgi ve açıklamaların bulunduğu kitap:

Yaratıcı Dehanın Sırları – Micheal Michalko

Faydalı olabilecek blog yazıları:

1. Overthinking

2. The Dangers of Listening to Your Brain

Bir ve sıfırdan sonra artı ve eksi

Hikayeleri ve oyunlar ders çıkartmak için belki de en verimli araçlar. Unutamadığım bazı hikayeler var, çoğu herkesçe bilinen. Bunlardan birini yazmak istiyorum bu yazımda. Vehmi Koç (İsim yanlışlığı olabilir, ben bu şekilde biliyorum) bir dostuna şu şekilde nasihatta bulunmuş. Evin varsa varlık hanene bir sıfır koymalısın, araban varsa bir sıfır daha, iyi bir işin varsa bir sıfır daha, işlerin yolunda gidiyorsa bir sıfır daha koy.(Bu kısım anlatılış şekillerine farklı devam edebiliyor.) Ama sağlığın varsa en başına bir koyarsın demiş. Sağlığımızın bizim için önemimizi hatırlatmak için çok güzel bir hikaye. Kendi varlık değerinizi bu şekilde hesaplayabilirsiniz, fakat başkalarının size göre varlık değerini hesaplar nasıl hesaplayacaksınız ? Başkalarının bizim için değerlerini koyarken hemen hemen tüm parametreler ve parametrelerin değerleri kişiden kişiye göre değişiyor ancak birşey sabit kalıyor: Güven. Eğer güvenilir bir insansanız o değerinizin başına bir + geliyor, eğer güvenilmez bir insansanız (arkadaşlarınızın rahat rahat arkasından konuşup, kazanmak için her şeyi yapabiliyor, hemen hemen verdiğiniz hiçbir sözü tutmuyorsanız, …) bu değerin başına bir geliyor. Böylece güvenilmez olmakla insanlar gözündeki değeriniz sıfırın bile altına düşer. 

Çok şey bilebilir, çok yetenekli olabilirsiniz ama güvenilmez biriyseniz bunların hepsi sizin için eksi bir değer haline gelir! Güven ilk başlangıçtır, geriye kalan her şey ondan sonra gelir.

Çocuklar akıllı, ya biz ?

“Artık eskisi gibi olmamaya başlamıştı bir şeyler. Bazı şeyler değişiyor, güzel şeyler görmek, göstermek için kullandığım perspektifler artık sadece bir biri ile çelişmekle kalmıyor aynı zaman da inandırıcılığını da günden güne yitiriyordu. Belki de bazı yanlışlar yapmıştım! Ama yanlış yapmış olamazdım! Bunca insandan daha bilgiliydim. İçlerinde en iyisi bendim diyebilirdim. Onların yeni öğrenmeye başladıkları şeyleri ben önceden beri biliyordum. Avantajlıydım. Bu yüzdendi bana hayranlıkları diye düşünüyordu zavallı çocuk. Tüm arkadaşları okulları bitirmişler, eğitimlerinin bir üst seviyesi olan orta öğretime başlamışlardı. Ama o hep birinci sınıfta kalmayı tercih etmişti. Bildiklerinin kendisine yeteceğini düşünüyor aynı zaman da okumayı bilmeyen insanların yanında kitaplarını okumayı da çok seviyordu. Belli ki amacı biraz dikkat çekmek, belki yalnızlığını biraz gidermekti. Yüksekçe başarısızlık korkusu yaşadığından da olabilirdi bu durum. Sebebi başka şeylerde olabilir tabii ama netice olarak o hep birinci sınıfta kalmayı, her eğitim öğretim yılında tekrar tekrar birinci sınıfı okumayı tercih etmişti!”

Tabii ki böyle bir çocuk yok fakat bence biz büyürken çocukken yapmadığımız hataları yapar hale gelebiliyoruz. Sırf “yüksek notlar alıp“, “sınıfın en iyisi” olmak için bir çocuk her zaman birinci sınıfı okumaz. Eğitiminin bir sonraki aşaması olan ikinci sınıfa geçer. Peki biz işlerimizi, çalışmalarımızı ve en önemlisi hayatımızı ne kadar “ilerletiyoruz” ? Başarısız olma korkusundan dolayı kendi yarattığımız güvenli bölgede kalmakla yukarıdaki çocuğun yaşadığı dramı yaşamış olmuyor muyuz ?

Duygusal Zeka

 

Duygusal zeka ile ilgili başlangıç seviyesinde mutlaka okunması gereken bir kitap.

Kitabı almak isteyenler buraya tıklayabilir.

Kitabın genel olarak neden bahsettiğine göz atmak isteyenler buraya bakabilir. Okuduğunuz da önceden hata yaptığınız birçok şeyi fark edeceksiniz. Bu kitabı okuyun ve hatalarınızı devam ettirmeyin! Unutmayın hata yapmayan değil, yaptığı hatalardan erken ders alan insanlar daha sağlıklıdır. Bilgisizlikte inatçılık, felaketi hazırlar.

Bir garip adam

Sabah erkenden uyandınız, okula/işe yetişmek için evinizden çıktınız, yolculuğunuz başladı. Durağa ulaştınız, aklınızda düşüncelerinizle beklediğiniz otobüse bindiniz, akbilinizi yaklaştırıp, arkalara doğru ilerlemeye başladınız. Otobüsün artık hareket etmesini istiyorsunuz ancak bir şeyler huzursuz gidiyor. Bir yandan korna sesleri yükselirken, otobüs içerisinde de gerilim iyice artmış durumda. Şoför binen yolcuların biri ile ciddi ciddi tartışırken, diğer yolcularda kendi kendilerine olayın kritiğini yapıyorlar. Kulaklığınızı çıkartıp, nelerin olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz. Otobüse durakta binen son yolcu, akbilini kullanarak ulaştırma bedelini ödemek istemiş, ancak içerisinde yeterli bakiye olmadığı için akbilini aslında kullanamamış. Buraya kadar herşey normal ancak normal olmayan bir şey var. Yolcu ücreti ödemediği halde otobüste yerine geçmeyi istiyor, buna karşı çıkan şoförü haksız bulup, hakkını savunuyor! Bu hikayenin bu hali ile günlük hayatta karşılaşmamız imkansız. En azından çok zor. Ancak komik bir şekilde aynı olayı şu şekilde sıklıkla yaşıyoruz.

Bilgi, yetenek, beceri yada başka her hangi bir konuda eksikliğimiz ile ilgili sonuçlar elimize geldiğinde, yapmamız gereken sonuçlarla ilgili “senaryolar” üretmek yerine eksikliği düzeltmek olmalıdır. Yaşam kalitemizin sürekli yükselmesini engelleyen eksiklerimiz değilde, eksiklerimizi tamamlamadaki eksikliğimiz. Bir konuda hatalar yapıyorsan, problemler çıkıyorsa önce o konu ile ilgili bilgi sahibi olmalı, sonra bildiklerini uygulamalısın. Eksiğini bildiğin halde tamamlamıyorsan “kötü”, bir şeyi “bildiğin” halde uygulamıyor ve problem yaratıyorsan bu “çok daha kötü”.

Hikayemizdeki adamın düştüğü hata, akbilini uzatmanın ücreti ödemek için yeterli olacağını düşünmesidir. Sadece ritüelleri yerine getirerek yapmak istediklerinizi yapamayız ve eğer bazı konularda “sürekli” problem çıkıyorsa belki de yeni şeyler öğrenmenin zamanı gelmiştir!

Merakımızın Yaratıcılığı

Yaratıcılık(creativite) eylemi içinde yaşadığımız zaman için çok önemli bir konu ve insanlar bir şekilde yaratıcı düşünmek istiyorlar. Peki yaratıcı düşünmeyi tetikleyen nedir ? İlham perisinin gelmesi mi yoksa bir konu hakkındaki derin bilgi mi ? Yaratıcılığı tetikleyen birçok şey olabilir, fakat bana göre yaratıcılık ile direkt olarak ilgili olan olgu meraktır. Bir konuya merak duymayan kişinin o konu hakkında yaratıcı bir şeyler sunabileceğini düşünmüyorum. Merak alanınız ne ise yaratıcı olabileceğiniz konuda orasıdır. Eğer merak alanınız yazılımsa, yeni bir algoritma geliştirmeye yada bir algoritmayı iyileştirmeye yakınsınızdır, eksik olan şiiriniz için son dörtlüğü yazmaya değil.

Bir alanda yaratıcı olmak, yeni bir şeyler yapmak/yapılanları iyileştirmek istiyorsanız önce o alana “merak” duymaya başlayın yada merak duyduğunuz alanla ilgili yaratıcı şeyler yapma konusunda daha cesaretli olun.

“Benim özel bir yeteneğim yok. Yalnızca tutkulu bir meraklıyım.” – Einstein

Beden dili

Eleştiri iletişimi başlıklı yazımda eleştiri ve iletişimi ile ilgili anlatmak istediklerimin bir kısmını yazmıştım. Bu yazımda da iletişim de sunumun önemini, insani ilişkilerde de bunun yansıması olan beden dili ile ilgili düşüncelerimi yazmak istiyorum.

Ne söylediğimiz içerik olarak çok önemlidir ancak söylediğimiz şeyin net olarak anlaşılması ve olumlu sonuçlar doğurması için söylediğimiz şeyleri nasıl söylediğimizde önemli bir rol oynuyor. Beden dili ile ilgili çeşitli eğitimlere katılma ve bazı kitapları okuma şansım oldu. Bunlardan birkaç tanesi haricindekiler çok faydasız ve manasız şeylerdi. Beden dili denince, böyle oturun şu anlama gelir, şu şekilde bakın böyle bir anlama gelir zırvalıklarına takılmıyorum. Beden dili ile ilgili öğrenmeye en değer nokta iletişim üzerinde %50’nin üzerinde (bu rakam kaynaklara göre değişiyor) etkisi olduğudur. İletişim kurmadan önce bu oranı da dikkate alıp, iletişim kurarken bu konuya dikkat göstermeliyiz. Dikkat göstermeliyiz derken lütfen böyle yapma şu anlama gelir zırvalıkları aklınıza gelmesin. Dikkat göstermeliyiz derken şunu anlatmak istiyorum. Şu anki ses tonum, seçtiğim kelimeler, jestlerim ve mimiklerim bu kişi ile kurduğum ilişkide önemli diyerek bu konularda hassasiyet göstermekten bahsediyorum.

Önceki yazımda da bahsettiğim gibi iletişim kurmak derken sadece iki insan arasındaki iletişimi anlamıyorum ben. Girişimci adayı olarak bu konu hakkında düşündükten sonra kendime çıkardığım sonuç aslında şu. En kaliteli ürüne sahip olabilirsin ama bunu en güzel şekilde sunamaz isen bunun hiç bir anlamı yok. Aslında iletişim biraz da düşüncelerimizi sunma yeteneği. Bu konuda düşünerek, enerji harcayarak etkileşim kalitemizi artırmış olacağız.

Bu konuda çok beğendiğim bir şey ise şu anda da okumakta olduğum Steve Jobs’un Walter Isaacson tarafından yazılmış biyografisinde şu bölüm : ‘Markkula ilkelerini “Apple Pazarlama Felsefesi” adlı tek sayfalık bir yazıya döktü; bu yazıda üç husus vurgulanıyordu. Birincisi empatiydi, müşterinin hisleriyle yakın bağlantı kurmaktı.”Onların ihtiyaçlarını diğer şirketlerden daha iyi anlayacağız.” İkincisi odaklanmaktı.”Yapmak istediklerimizi iyi yapmak için bütün önemsiz fırsatları elemeliyiz.”
Üçüncü ve en az diğerleri kadar önemli ilkeyeyse tuhaf bir isim, yükleme ismi verilmişti. “En iyi ürüne, birinci sınıf kaliteye, en faydalı yazılıma vs. sahip olabiliriz; ama bunları üstünkörü sunarsak değersiz görünürler; onları yaratıcı, profesyonel bir şekilde sunarsak, istenen nitelikleri ona yüklemiş oluruz.”

Buradaki üç prensipte çok önemli ama bu yazımda benim anlatmak istediğim üçüncü prensibi ile aynı doğrultuda.

Aşağıdaki videoda da aslında benzer dinamiklerin sonuçları var.

Eleştiri iletişimi

Bu yazımda eleştiri ve iletişim konusunda düşündüklerimi paylaşacağım. Aslında eleştiri ve iletişim yerine eleştiri iletişimi de diyebiliriz. Bu yüzden önce iletişim ile ilgili düşündüklerimi sonra eleştiri iletişimi ile ilgili düşündüklerimi yazacağım. Daha sonraki yazımda da iletişimde ve eleştiride problem yaratanlar nedir üzerine düşüncelerimi paylaşacağım. Eğer eleştiri benim için önemsiz diyorsanız bu yazıyı okumayabilirsiniz. 🙂

Hayatımız boyunca sayısız iletişim kuruyoruz ve bu şekil de hayatımızı devam ettiriyoruz. Peki biz insanlar olarak kimlerle iletişim kurarız ? Sadece insanlarla iletişim kurduğumuzu düşünmüyorum ben. Örneğin klavyede bir tuşa bastığımızda ekrana çıkan harf bizim bilgisayarımıza verdiğimiz bir emir olarak iletişim iken kod yazarak yazılımın çalışmasını sağladığımızda da bilgisayarımıza bir şeyler öğretmiş oluyoruz. Netice olarak iletişim insanın, etkileşime girmek istediği şey her neyse(insan, bilgisayar, bitki, hayvan, …) onunla etkileşime girmek için kullandığı yoldur. İletişim üzerine bilgilerimizi artırmak, bu konuda hassas düşünmek bizim aktarmak istediğimiz şeyi konforlu ve başarılı bir şekilde aktarmamızı sunmamızı sağlar. Buda hem kendimiz hem karşımızdaki insan için sağlıklı ve rahat bir ortam sunarken aynı zamanda fikirlerin ve sanatın bir ekip tarafından geliştirildiği yerlerde bu şekilde bir iletişim gereklidir. Yeterli değildir sadece gereklidir. 

Fikir ve sanatın geliştirildiği ekiplerde diğer en temel gerekliliğin ise eleştiri olduğunu düşünüyorum. Özellikle fikirlerimizi sağlıklı iletişim ortamında eleştirmemizin şart olduğunu düşünüyorum. Fakat eleştiri konusu özellikle toplumumuzda birçok etkenden dolayı tam olarak anlaşılmamış bir olay olduğunu düşünüyorum. Bu konuda iletişim konusunda olduğu gibi öğrenme odaklı araştırmamız ve düşünmemiz gerekiyor. Ben yaşadıklarım, düşündüklerim ve okuduklarımla beraber eleştirileri yapılışı ve sonucu bakımından ikiye ayırıyorum. 1-) Yapıcı eleştiriler, 2-) Yıkıcı eleştiriler

Yapıcı eleştirileri kısaca şu şekilde görüyorum. Sağlıklı bir ekipte olması gereken, yapılan eylemlerin değilde düşüncelerin eleştirildiği, eleştiriler sunulurken hassas davranıldığı eleştiri yöntemi. Bu yöntemde eleştirenler amacı sadece kendilerince yanlış gördükleri şeyleri düzeltmek olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde yapılan eleştirilerde eleştirilerin okları kişilerden daha çok fikir ve düşünceler üzerine yönelir ve eleştiri sonucunda ya es geçilmiş,konuşulmamış veya atlanmış nokta aydınlatılır yada önceden sorulmamış bir soru sorulmuş, yapılmamış bir hesap yapılmış, eksik kalan bir şeyler tamamlanmış olur ve artık o fikir daha sağlıklı bir form almış olur.

Yıkıcı eleştiri kısaca fikir ve düşüncelerden daha çok yapılan fiillerin ve eylemlerin eleştirildiği eleştiri şeklidir. Bu eleştirinin neden yapıldığını anlamıyorum. Faydalı bir sonucunu şimdiye kadar görmedim. Zararlarını özetlemem gerekirse, insanlarda kırgınlıklar oluşur, düşünce ve fikirlerden uzaklaşılır buda odak noktasının kaybedilmesi anlamına gelir. Hiçbir gelişme yaşanmazken, eksik noktalar, atlanmış hesaplar bırakın tamamlanmayı adeta savunulur hale gelinir. Sonuç tabii ki felaket olacaktır.

Sonuç olarak zaten birçok açıdan eksik olduğumuz eleştiri konusunda normalin üzerinde araştırma yapmak ve hassasiyet göstermeden kaliteli eleştiri yapamayacağımızı  düşünüyorum. Açık beyinlik ve yürekliliğin bir arada bulunmadığı zamanlar verimsizliğin ve problemlerin artmaya başladığı zamanlar olacağını düşünüyorum.